TEV - Bağışçı Hikayeleri

Bağışçı Hikayeleri

Bağışçı Hikayeleri


Türkiye’nin ilk kadın beyin cerrahı olarak tarihe geçti. Kafasına koyduğunu yapan bu güçlü kadın, hayatını hastalarına adadı. Hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Ama o meslek hayatı boyunca çalışıp kazandığı ne varsa, büyük çoğunluğunu kız çocuklarını okutmaya adadı. İşte 92 yıllık efsane:

20 Eylül 1929 yılında Erzincan’da dünyaya gelen ve 4 çocuklu bir ailenin en küçüğü olan Aysima Altınok, ilkokul eğitimini burada tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. 1939 Erzincan depreminden iki ay önce geldiği bu koca şehir onun hayatını değiştirecekti. Süleymaniye Kız Ortaokulu ve ardından İstanbul Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra sıra üniversiteye geldi. Daha küçük yaşlarda doktor olmayı kafaya koyan Aysima Altınok cerrah olma hikayesini şöyle anlatıyor: ‘’Bizim zamanımızda Türkiye’de bir tane tıp fakültesi vardı. O da İstanbul Tıp Fakültesi. Ben oraya üçüncülükle girdim. İkinci sınıfta anatomi fizyoloji okumaya başladığımızda baktım birçok şeyin geniş bilgisi var. Ancak beyin bütün her şeyi idare ediyor ama hakkında doğru düzgün bilgi yok. Bir şey söylüyor ama onu doğru düzgün yerine oturtmuyor. Dedim ki tamam ben beydin cerrahı olacağım’’

Merdiven Tepelerinde

1952 yılında üniversiteden mezun oldum. Türkiye’de de dünyada da beyin cerrahı sayısı azdı. Bazı üniversiteler beni kadın doktorları cerrahi bölümlere almadıkları için reddettiler. Doç. Dr. Feyyaz Berkay o zaman nöroloji kliniğinin üstünde bir nöroşirurji departmanı kurmuştu. Ben de ona gittim beyin cerrahı olmak istediğimi söyledim. Gelip ameliyatları seyretmek için izin istedim ve o da kabul etti. Arkasına bir merdiven koydu ben tepesinden hepsini takip ettim. İki buçuk sene çalıştım orada. 1956 yılında ise Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde Türkiye’de nöroşirurjinin (beyin ve sinir cerrahisi) kurucusu olarak kabul edilen Doktor Hami Dilek’in asistanı oldum ve ondan eğitim aldım. Sonra gazetede bir ilan gördüm. Bakırköy Akıl Hastanesinde bir asistan açığı varmış. Doktor Hüsamettin Gökay’ın asistanı olarak çalışmaya başladım. 1959 yılında uzman oldum ve 9 yıl sonra da klinik şefi oldum. 30 küsur sene Bakırköy’de çalıştım.

‘ERKEK İŞİ’ DEDİLER

‘Doktorluk zaten erkek işi, beyin cerrahı zaten büsbütün öyle. ‘’Ne olacaksın sen?” derdi çevremdekiler. Ben istedikten sonra her şeyi yaparım dedim. Ben bugüne kadar yapamayacağım hiçbir işe başlamadım. Her başladığım işi başından sonuna kadar düzgün götürdüm. O yıllarda da başladığım işi tamamlamak istedim hep. Sabaha kadar uyumam, her hastamla ilgilenirdim. Yani kız çocuklarının, erkeklerden bir farkı olmadığı hatta bazı alanlarda çok daha başarılı olabileceğini söylüyorum.

KADIN KENDİNİ SEVMELİ

Kız çocuklarına eşitlik kavramını mutlaka öğretin ve onların da bu hayata katacakları değerlere dair onları yönlendirin. Kendine güvenen kız çocuklarının yetişmesi için artık daha fazla sayıda bilinçli ebeveyn ve toplumsal etki yaratan insan var. Kız çocuklarınıza, kendini sevmenin bir lüks olmadığını, daha iyisini hak ettiğini, “Ben iyi bir hayatı hak ediyorum” diyerek güne başlamayı öğretin. Kendini seven her bir kadın, kendi değerlerini var ederek; cinsiyet eşitsizlikleri barındıran sistemi aksatmış olur. Bu yüzden; kadının kendini sevmesi çok önemlidir.”

ONU ÖRNEK ALIYORUZ

Aysima Altunok, Türk Eğitim Vakfı bağışçısı olarak bugüne kadar çok sayıda kız çocuğunun eğitimine destek oldu, olmaya da devam ediyor. Onlardan ikisi Melis ve Aslı… idol olarak gördükleri meslek büyüklerini evinde ziyaret ettiler. Annesinin “Kendi ayaklarının üstünde dur. Kimsenin eline bakma ve güçlü bir kadın ol” dediği Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi Melis Beyaz. “Annem babam okuyamadığı için tek istekleri bizi okutmak ve iyi yerlere gelmemizi sağlamaktı” dedi. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Aslı Nur Kurt da, “Çok küçük yaştan beri hep doktor olmak istiyordum. Hatta Aysima Hanım gibi bir cerrah olmak istiyorum. Onunla tanıştığım için aşırı mutluyum. Yaşam hikayesinden örnek alıyorum. Kendi alanında çığır açmış bir insan. Bugün tıp alanında da diğer alanlarda da Türk kadınları belli bir konuma gelebildiyse Aysima Hanım gibi kadın karakterler sayesinde. Bunu onlara borçluyuz.” diyor.

İLHAM KAYNAĞI

Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü Yıldız Günay ise, “Türkiye’nin ilk kadın beyin cerrahı, kıymetli bağışcımız Op. Dr. Aysima Altınok ile bursiyerlerimiz Melis ve Aslı’nın hikayeleri ilham veren ve cesaret veren kadın hikayelerimizden bir kaçı. Sizleri de arkasında rüzgarını hissettiğiniz, yanınızda desteğini bulduğunuz tüm kadınları onurlandırmaya ve kızlarımızı desteklemeye davet ediyorum. Tüm kadınların hayallerini gerçekleştirebildiği, ihtiyaç duyduğu anda destek bulabildiği bir dünyamız olsun” dedi.

Yetim babasını Kazım Karabekir Paşa’nın okuttuğu Avukat Gülten Alkan “Bu ülkeye borçluyum” dedi, hayatını eğitime adadı. Türk Eğitim Vakfı’na vasiyet bağışçısı oldu.

Yaşayan bir tarih 82 yaşındaki avukat Gülten Alkan… Üç cephede savaşan askeri eczacı Ömer Lütfi'nin torunu olan Alkan'ın babası Agah Bey ise ‘Yetimlerin Babası' olarak bilinen Kazım Karabekir Paşa'nın okuttuğu yetimlerdendi. Bir hukuk çınarı olan Gülten Alkan da “Benim bu ülkeye borcum var” deyip Türk Eğitim Vakfı'nın vasiyet bağışçılarından oldu… 1963'ten bugüne bir fiil avukatlık yapan, ceza hukukçusu olarak sıkıyönetim mahkemelerinde savunmalara çıkan avukat Gülten Alkan'la tarihten bugüne sohbet ettik. Çocukluğunu anlatırken yüzündeki tebessüm hiç kaybolmadı. Ama konu hukuk ve adalete geldiğinde hüzünlenip “Kızıyor ve üzülüyorum çünkü hukukun gerektiği gibi uygulanmadığını görüyorum” diyen Gülten Alkan'la 5 Nisan Avukatlar Günü vesilesiyle bir araya geldik. İşte 82 yılı deviren hukukçu Gülten Alkan'ın tarih kokan anıları:

İSMET PAŞA'NIN ARKADAŞI

‘‘Babamdan başlamak isterim' diyor naif ses tonuyla… “Çünkü benim bu ülkeye borcum var” diyerek sohbete ailesinin anılarıyla başlıyor Gülten Alkan… “Babam Agah Alkan, Kazım Karabekir Paşa'nın okuttuğu yetim çocuklardan. Annesi onu doğururken ölmüş. Babası da o çok küçükken öldürülüyor. Bayburt'un köyünde teyzesinin yanında büyüyor. Dünya savaşında aç kalıyorlar. O sırada Kazım Karabekir Paşa bütün yetimlerle ilgileniyor, onlara kucak açıyormuş. Onun açtığı okul ve yetimhaneler bugünkü kolejlere taş çıkarırmış. Kazım Karabekir Paşa'ya da hep gidermiş. Ona minnet borçluyuz. Subay oluyor babam. İstanbul'da annemle tanışıp evleniyor. Ben ve iki kardeşim dünyaya geldi. Kardeşlerim de okudular. Üç kardeşten şimdi bir tek ben hayattayım. Biz asker çocukları çok yeri dolaşırız. Ama biz çok güzel bir çocukluk geçirdik. Babam anneme hep ‘Muazzezciğim diye seslenirdi. Ailemiz anaerkildi. Babam sevgi dolu bir insandı. Annem Muazzez ise askeri eczacı Ömer Lütfi'nin kızı. Büyükbabamın doğumu 1882. İsmet Paşa'nın da arkadaşı. Üç cephede birden çarpışıyor. Yemen, Trablusgarp ve Balkanlar. O da 40 yaşında hayatını kaybediyor. Anneannem 25 yaşında dul kalıyor. Geride 4 ve 8 yaşında iki yetim bırakıyor. Harp zamanı maaşı da ödenemiyor ve anneannem ne var ne yok satıyor.” 22 Haziran 1939 Kütahya doğumlu olan Gülten Alkan ilkokula 6 yaşında Merzifon'da başladı. 2, 3 ve 4'ü Ankara'da, 5. Sınıfı Erzurum'da okudu. “Asker çocuğu olmak zordur, ama bir o kadar da onurlu bir şeydir. Bizim ailede saygı sevgi ve dayanışma vardı” diyen Alkan'a çok zor yıllarda avukatlık yapmışsınız deyince “hayır bundan çok daha rahattık” diye itiraz etti. Hukuk okumaya nasıl karar verdiğini ve o yılları şöyle anlattı:

HUKUK ÇOK ÖNEMLİ

“Ben inşaat mühendisi olmak istiyordum. İstanbul Kız Lisesi'ni bitirdim. İstanbul Hukuk Fakültesi'ne girdim. Sıkıyönetim Mahkemeleri'nde davalara girdim. Bazı hakimler çok adildi. Tüm mahkemeler için geçerli değil. Gölcük Donanma Mahkemesi'nde gencecik çocuklara hırsızlıktan idam cezası verip astılar. Dönem değişti ama maalesef yaşananlar aynı. Bugün hala hukukun üstünlüğünü tartışıyoruz. Kızıyor ve üzülüyorum.”

1963'TEN BERİ AVUKATIM

“Aklımda inşaat mühendisliği vardı. Babamın bir komutanı bayramda bize geldi, “Dağda bayırda nasıl çalışacaksın” diye sordu. Hukuk seçtim. Staj döneminin ardından 1963'ten beri bir fiil avukatım.”

Üç kuruşunuz varsa bir kuruşunu eğitime verin

Gülten Alkan, okumak isteyen gençlere destek olmak ve ülkenin aydınlık geleceği için 1967'de kurularak binlerce öğrencinin eğitimine destek olan Türk Eğitim Vakfı'na vasiyet bağışı yaptı. Alkan eğitime verdiği önemi ise şu sözlerle anlattı: “Eğitimin önemine inandığım için ölümümden sonra mirasımı eğitim alanında güvendiğim kurum olan Türk Eğitim Vakfı'na vasiyet bağışı yaptım. Çünkü eğitimsizlik ülkeleri yıkar. Üç kuruşunuz varsa bir kuruşunu eğitime ayıracaksınız. Eğitim ve eğitim; yine eğitim diyorum. Çok mühim. Devamlı okurum. Hayatım çalışmak üzerinedir. Okuma alışkanlığım olmasa şu salgın döneminde çıldırırdım. Bir senedir evdeyim. Kitapsız bir ömrü düşünemiyorum.”

İfakat Yavuz, 89 yaşında emekli hemşire. 60 yıllık meslek yaşamı boyunca dişinden tırnağından arttırdığı tüm birikimini önce Türk Eğitim Vakfı’na (TEV) bağışlamış. Daha sonra elinde kalan dairesini de Darüşşafaka’ya bağışlayarak vakfın Maltepe Rezidansı’nda yaşamaya başlamış. 19 yaşında ailesinden ayrılarak İstanbul’a gelen ve çalışırken okuma yazma öğrenip, diploma alan İfakat Hemşire’nin yaşamı boyunca verdiği en büyük mücadele kızların okuması için olmuş. Bu mücadelesine hâlâ devam eden Yavuz, anne babalara “Özellikle kızlar okusun” diye sesleniyor.

İfakat Yavuz, 15 Aralık 1933 tarihinde Trabzon’un Vakfıkebir ilçesine bağlı Gökçe köyünde 7 çocuklu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği köyünden aklında; derin yeşil ormanlar, sarp dağlar, sis, yağmur ve güneşin dışında bir okul resmi kaldı. İfakat Hanım belleğinde canlılığını hiç yitirmeyen bu resmin hikayesini şöyle anlatıyor:

OKUL İNŞAATINA KUM TAŞIDIM

“Toplam 60 yıldan fazla çalıştım. Hastanelerde olduğu kadar evlere gidip baktığım hastalarım da oldu. Onlardan hayatı öğrendim. Hiç boş durmadım, kitap, roman, tarih okudum. Biriktirdiğim tüm parayı kapısından hiç giremediğim okullar için harcadım, sahip olduğum her şeyi eğitime bağışladım. Köyüme okul yapılırken henüz küçük bir çocuktum. Hayalim bu okulun açılması ve arkadaşlarımla birlikte sınıflarda, sıralarda oturmak öğretmenlerden ders dinlemekti. İşte bu hevesle küçücük bir kızken köyümün okulunun inşaatına sırtımda kum taşıdım. Ama o okula kız olduğum için beni göndermediler. Bu içimde bir uhde olarak kaldı. Okul çağlarımda, bir kalem, bir silgi bana nasip olmadı. İşte bu yüzden şimdi çocuklar ama özellikle de kız çocukları mutlaka okusun istiyorum.”

‘KIZIM’ DİYE BENİ OKUTMADILAR

İfakat Yavuz inşaatına sırtında kum taşıdığı okula giden çocuklara imrenerek büyüdü.16 yaşında geçirdiği ağır romatizma hastalığı nedeniyle üç ay hastanede yattı. O dönem kendisine destek veren hemşirelerden çok etkilenerek, bu mesleği yapmayı kafasına koydu. İyileştikten sonra köyüne dönen Yavuz, okula giden erkek çocuklarını yanına çağırıp, “Ben okulunuz için dereden sırtımda kum taşıdım, siz de benim için mektup yazacaksınız” dedi. Böylece İstanbul’da hemşire olan halasının kızı ile mektuplaşmaya başladı. Daha sonra mektuplaştığı kuzenini ziyaret etmek için gemiyle İstanbul’a gelen İfakat Yavuz, bir daha da geri dönmedi. 19 yaşında okuma yazmayı kendi kendine öğrendikten sonra ilk ve ortaokulu dışarıdan bitirdi. İlk olarak Zeynep Kamil Hastanesi’nde hastabakıcılık yaptı. Ama aklı hemşirelikteydi. Zeynep Kamil’den sonra geçtiği İstanbul Samatya Hastanesi’nde yine hastabakıcı olarak çalışırken hemşire kuzeninin desteğiyle Şişli Terakki Yatılı Hemşirelik Okulu’na başladı.

KENDİ ADINI TAŞIYAN OKUL YAPTIRDI

Çok istediği hemşirelik eğitimini tamamladıktan sonra da Samatya Hastanesi’ne hemşire olarak atandı. 1964’te fizyoterapist olarak aynı hastanede çalışmaya devam etti. Hem hastane de hem de hastane dışında Türkiye’nin ileri gelen ailelerinin fizyoterapistliğini de yaptı. Yavuz, çalışmaya başladığı ilk günden itibaren sağlık ocağı yaptırmak hayaliyle para biriktirmeye başladı. Ama sonra fikrini okul yapmaktan yana değiştirdi. Çocukluğunda okula gidememenin yarattığı hayal kırıklığı ile bu adımı atan Yavuz, 2011’de Türk Eğitim Vakfı (TEV) ile Van depremi sonrasında kendi adını taşıyan okulu yaptırdı.

ERKEK ÇOCUKLAR 2, KIZLAR 5 OKUSUN

İfakat Hemşire, 24 derslik ve yaklaşık 1950 öğrenci kapasiteli okulun açılışında şöyle demişti: Hayatım köylü çocuğu olmaktan ibaretti. Bugünlere kadar gönlümde bu yavrucakları okullu görebilmeyi arzu ettim. Çünkü ben çok geç eğitime başladım. Köylü oluşumuz, büyüklerimizin bizi okutmayışı, ‘Erkek çocukları okur, kız çocukları okumaz’ anlayışı nedeniyle eğitime çok geç başladım. Ben burada diyorum ki, erkek çocukları 2, kız çocukları 5 okusun. Benden şifa bekleyen hastalarımın sayesinde elde ettiğim birikimimi bugünleri görebilmek için harcamaya karar verdim. Ben çok zor okudum. Dışarıdan okuyarak eğitime devam ettim. Bir okul, silgi, kalem bana nasip olmadı. Onun için okuyamadığım okula ve yetişecek çocuklara çok değer veriyorum ve bunu düşünerek bugünlere gelmeyi hayal ettim ve hayalim gerçekleşti.”

Türk Eğitim Vakfı’nın bağışçısı emekli öğretmen Necmettin Bağcı, küçük miktarda yapılan bağışların bile damlalar halinde birikerek göl olduğunu söyleyerek, TEV’e gönül rahatlığı ile bağış yapılabileceğini belirtti. İşte Necmettin Bağcı’nın hayat hikayesi ve açıklamaları...

1936’da İstanbul, Sefaköy’de doğdum. 7 çocuktan ikincisiyim. 12 yaşında köyün ilkokulunu bitirince çalışmaya başladım. Babam bağlar¬da çalışırdı, ürünleri korumak için teneke çalar serçeleri kovalardım. Devlet ortaokulunun parasız yatılı sınavını kazandım. Her gün 5 kilo¬metre okula yürürdüm, bilgi için öğrenmek için her şeye değerdi. Ardından öğretmen okulu ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nün parasız yatılı sınavını kazandım. Bir yıl Çayka¬ra’da öğretmenlik yaptım. Askerliği Erzincan Asker Lisesi’nde öğretmen olarak yerine getirdim. Sonra dev¬lete olan mecburi hizmetimi ödeye¬rek İstanbul’da öğretmenliğe başla-dım, Işık Lisesi’nde. İTÜ’nün İnşaat Mühendisliği bölümünün sınavını kazandım, onu bitirdim. 1965-74 arası Okmeydanı Hastanesi’nin mühendisiydim ama esas olarak eğitimden hiç vazgeçemedim. Bu sırada o zamanki adı Unkapanı ve Fen bilimleri dershanelerinde öğretmenlik yaptım. 14 yıl da Yeni Zelanda’da fizik, matematik, bilgi¬sayar öğretmenliği yaptım.

1990 yılında döndük Türkiye’ye. Işık Liseleri’nde önce öğretmen olarak çalıştım, sonra Feyziye Mek-tepleri’nin genel müdürlüğünü yaptım. 1996’da şimdiki adıyla Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi olan, İnanç Lisesi’nde çalış¬tım. İnşaatından beri bilirim orayı, hatta isim babasıyım. Okulun ge¬nel müdürlüğünü yaptım. 2000’li yıllarda eğitim danışmanlığını yaptım. TEVİTÖL ülkemizin önemli bir değeridir, parlak beyinler yetişir orada. 2002’de TEV devralınca artık TEV Ailesinin üyesi oldum. Vakıfta eğitim kurumları koordinatörü ola¬rak çalıştım. Garring Okulları bana bağlıydı. Hayırsever Garring Ailesi bağışlarını TEV’e yapmıştı; Biri Ümraniye’de, biri Akyazı’da, diğeri Kırşehir’de olmak üzere MEB’in hizmetine 3 okul sunduk. Hala ihtiyaçlarını karşılamaya de¬vam ederiz okullarımızın. Ben öğretmen olarak, eğitimci olarak ömrüm boyunca, daima algılayan ve sorgulayan öğrenciler yetiştirdim. Öğretmen önce eğitim¬cidir, sonra öğretmendir, öğreten¬dir. Neyi öğretir? Öğrenmeyi öğre-tir. Bilgiyi öğretmez taşımaz. Çocuk bilgiye ulaşsın diye yol gösterir.

Eğitimde öğretimde ezbercilikten kaçmamız lazım. Bizler eğitmen olarak çocukları eğitmeye çalışırız ve ondan sonra da öğretiriz. Eğitir¬ken, 30 kişilik sınıfta her çocuk bir bireydir. Eğitimci olan eski öğrenci-lerim var. Bir öğretmenin bundan daha güzel ödülü olur mu?

Öğretmen öğrenciden daha fazla çalışmalı. Hani derler öğretmenin tatili çoktur, hayır. Öğretmen öğ-renciden çok daha fazla çalışmalı ve bilgili olmalıdır. Ben ne zaman matematik öğretmeni oldum, bi¬liyor musunuz? Öğrenci önünde yanlış yapmaktan korkmadığım zaman.

Bir genç daha faydalansın istiyoruz

Yıllardır TEV’den kopmadım. Şimdi eşimle bağışçısıyız. Çünkü biliyorum ki burs mü¬lakatlarında 10-20 çocuktan birini seçmeye çalışıyorlar. Bu ne zordur bilir misiniz? Bir genç daha bu imkandan faydalansın diye, bağışçı olduk. Bağışçı olduğumuzdan beri bir restorana gidip yemek yiyemiyoruz. Çünkü, bu restorana vereceğimiz parayla bir burs daha verilir diye harcamak içimizden gelmi¬yor. Bizim her şeyimiz onlara kalacak. Bir öğ¬renci daha, bir öğrenci daha… Denizyıldızları gibi olsunlar istiyoruz. Önemli olan, benim yaşımdakilerin kendilerinden sonrakileri yetiştirmiş olmaları yani sürekliliğin sağlan¬ması. Benim gibiler kelaynak kuşları gibi az kalmış olmasın, çok olsun. TEV’in çok bağış¬çısı olsun. TEV şeffaftır, doğrudur, doğru se¬çim yapar. Hep dostlarıma bağış yapmaları gerektiği konusunda tavsiye ederim. Onlar da ‘’Hocam tamam bağış yapalım ama bizim paramız bir bursa yetmez.’’ Hayır, böyle bir sınırlama yok. Bir bursa yetmesin, sen bir damla ver başkası da bir damla verir. Damla¬lar birikir, TEV’de göl olur. Esası budur.

Hayallerimi gerçekleştirmemi TEV sağladı

TEV BURSİYERİ MUSA AVCI: Marmara Üniversitesi Sınıf Öğret¬menliği bölümü öğrenci¬siyim. Sıkıntılı zamanla¬rımda ya eğitim hayatıma veda edecektim ya da hayallerimi gerçekleştir¬mek için ısrar edecektim. Eğitimime devam edebil¬mem için desteğe ihtiya¬cım vardı. Bu noktada Türk Eğitim Vakfı ile tanıştım. TEV ile tanıştığım andan itibaren hayatımda birçok değişiklik meydana geldi. Yaşayacağım herhangi bir zorlukta çalabileceğim bir kapımın olması ve o kapı¬nın Türk Eğitim Vakfı ol¬ması bana çok şanslı oldu¬ğumu hissettiriyor. Eğitim destekçileri iyi ki varlar.

Cumhuriyet bizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister

TEV BURSİYERİ EMRE BAYSAL: Özel Eğitim Öğretmenliği bölümü öğrencisiyim. İnsanlara faydalı olma fikri ve bir şeyleri öğretmek duygusu akvaryumumun suyunu yeniliyor ve kişiliğimi daha caymaz bir hale bürüyordu. Bu hedeflerim doğrultusunda ilk tercihim olan Marmara Üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği bölümünü kazandım. Her öğrenci gibi karşılaştığım bir¬takım zorluklar oldu. Küresel bir pandeminin hayatımızda yer etmesi gözümde aşılmaz bir dağ gibi büyü¬dü. Pandemi sürecinde tanıştığım Türk Eğitim Vakfı ailesi ile hem maddi hem manevi olarak yaşadı¬ğım birçok olumsuzluğu onarmak artık daha kolay oldu. Örneğin, bu dönemde uzaktan eğitim sürecinde yaşadığım çeşitli teknolojik sorun¬ları Türk Eğitim Vakfı tarafından yapılan teknoloji desteği sayesinde üstesinden gelebildim. Mentorink desteği sayesinde bir akıl hocam oldu. İyi bir eğitimciden beklenen davranış ve özellikleri kendime katıp adımlarımı daha sağlam atıyo¬rum. İçimdeki renklerden yeni renk¬ler elde ediyor ve bunu gelecekteki öğrencilere taşımanın arzusunu çok derinden duyuyorum. Bu alanda verdiğim mücadelede desteklerini sakınmayan Türk Eğitim Vakfı aile¬sine teşekkürü borç bilirim. Onlar bana can simidi vermek yerine yüzmeyi öğretti. Aynı zamanda ben ve benim gibi bütün diğer öğretmen adaylarının da öğretmenler günü vesilesiyle kendilerini tebrik ede¬rim. Cumhuriyet bizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister. Bizler de buna en iyi şekilde layık olup, bir ışık aydınlatıcı olmalıyız. İyi ki öğretmenim, iyi ki TEV’liyim.

Kendisini Atatürk’ün öğretmeni olarak tanımlayan TEV bağışçısı Özcan Yurttaş:

İÇİM ÇOK RAHAT VE HUZURLUYUM ARTIK BURAYA BENiM VAKFIM DiYORUM
“Türk Eğitim Vakfı’na SÖZCÜ Gazetesi’ndeki tanıtımı okuyunca geldim. Aklımda bağış yapmak hep vardı. Zeki Müren’in TEV bağışçısı olması beni çok etkilemiştir. Bir de Vehbi Koç’u çok beğenirim... O’nun kurduğu Vakıf kötü olamaz derim...”

Edirne Kız Öğretmen Okulu’nda okudum ben, yatılı okulda. O kadar güzel alışkanlıklar kazandırıyor ki o okullar bize ve candan arkadaşlığı öğretiyor. Aynı TEV’in kız yurtları gibi... 300 tane genç kızdık, 20.00-21.00 arası yemekten sonra eğlenceler düzenlerdik. Çok şahane bir terasımız vardı, onlara mandolin çalardım onlar da dans eder şarkılar söylerlerdi. Ben o mandolin sayesinde Anıtkabir’i gör-düm. İkinci sınıf talebesiydim. Öğretmen Okulları’nın kuruluş yıl dönümüydü. Türkiye’nin her yerinden, 35 tane öğretmen okulundan folklor grupları olarak Ankara’ya gittik ve yabancı elçilere gösteriler yaptık. İşte ben bu sayede Anıtkabir’i görmüş oldum.

AİLE GİBİ OLDUK

Babamdan sonra en sevdiğim insan Atatürk’tür. O’nun ölüm gününde emekli oldum ben 1981’de...

Okulumuzun önünde resim çektirdim mesleğe veda ederken. Ve ne tesadüftür ki o sene Öğretmenler Günü kutlanmaya başlandı. Öğretmenler Günü’nde, Dünya Kadınlar Günü’nde benim Vakfı’m bana kart yolladı kutladılar, telefonla aradılar beni, aile gibi olduk biz. Yaşlılıkta aranmak çok güzel bir şey çok mutlu oluyorum. Bir telefonla bile mutlu oluyorsun diyorlar bana, tabii mutlu olurum. Sevmeseler ararlar mı?

BÖYLE BİR VAKIF YOK

Ben Türk Eğitim Vakfı’na SÖZCÜ Gazetesi’ndeki tanıtımı okuyunca geldim. Aklımda bağış yapmak hep vardı. Zeki Müren’in TEV bağışçısı olması beni çok etkilemiştir. Bir de Vehbi Koç’u çok beğenirim. O’nun kurduğu Vakıf kötü olamaz derim. Tüm bunların üstüne bir de o tanıtımı görünce tamam dedim. Yazlıktan İstanbul’a gelir gelmez hemen buraya geldim ve bağışımı yaptım. Vehbi Koç’u sevip ona güvenen 205 iş adamı sayesinde kurulan bu sağlam Vakıf yıllarca faaliyetlerine devam eder. Türkiye’de böyle bir Vakıf yok.

DUALARIM KABUL OLDU

Eğitim Vakfı olduğu için Vakfımızda öğretmen bağışçılar çokmuş onu gördüm. En önemlisi de ölmeden bunları görebilmek, içim çok rahat artık, çok huzurluyum. Bağış yapmayı düşünenlere Vakfımızı tavsiye ediyorum. O kadar ilgileniyorlar ki ben artık buraya benim Vakfı’m diyorum. Çok güzel bir yaşamım oldu. Allah hep dualarımı kabul etti benim. Bu Vakfı da çok istedim nasip oldu.

GURUR DUYDUM

Ramazan’da vefat eden bağışçılar için mevlit okuttular bu o kadar etkiliyor ki beni. Türk Eğitim Vakfı’nın bursiyerlerini toplantılarda görüyorum, en son Almanya’da, İtalya’da okuyan çocukların konuşmalarını dinledim bir eğitimci olarak gurur duydum. Tüylerim diken diken oluyor. Muazzam bir şey bu, kendi imkanları ile okuyamayan başarılı gençler bizlerin sağladığı imkanlarla okuyorlar. Şu anda 200 tane talebe varmış yurt dışında.Gebze’ye TEVİTÖL’e (TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi) gittim mezuniyete, kep attılar kendi çocuğum gibi gururlandım onlarla. Aileleriyle birlikte onları seyrettik, çok mutlu oldum.

Kuruluş yılında bir davet veriliyor... Türkan Şoray’la tanıştım o da çok etkilendi bursiyerlerden, o öğrenciler kollarımıza girip bizi karşıladılar, uğurladılar.

ATATÜRK’Ü UNUTMAYIN

Bursiyerlerimize dedim ki, çocuklar sizden bir tek şey rica ediyorum, benim aşkımı, Atatürk’ü unutmayın, unutturmayın. Hocam hiç unutur muyuz? dediler. Ben Atatürk’ün öğretmeniyim, Atatürk’e aşığım. Benim okulda tarih hocam ağlayarak Kurtuluş Savaşı’nı anlatıyordu bize. Atatürk İsviçre’den bile önce Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı vermiş 1934’te ve kadınlarımız bu memleketi omuzlara kaldıracak demiş. Bir eğitimci olarak bilhassa kızların meslek sahibi olduğunu görünce çok mutlu oluyorum. Veli toplantılarında velilere de hep bunu söylerdim, kızlarınızı okutun bir diploması olsun. Evlilik bir yaşam garantisi değildir...

Özcan Yurttaş
TEV Bağışçısı

TEV bağışçılarından biri olan ünlü oyuncu Defne Yalnız, “Bana bir tanıtım kitapçığı verdiler. Orada bu bağışımla ilgili hiç bilmediğim hizmetler olduğunu öğrendim. Mesela elden ayaktan düşersem bana sahip çıkılacağını, vakfın sizi koruyor olduğunu öğrendim. İşte o zaman ne kadar doğru bir iş yaptığımı çok daha iyi anladım” diyor.

Tiyatro ve sinema sanatçısı Defne Yalnız, Türk Eğitim Vakfı’na vasiyet bağışı yaparak eğitime katkı sunanlardan biri. Yalnız bağışçı olmaya karar verdikten sonra TEV’in bağışçılarına da hizmetler sunduğunu öğrenmiş ve verdiği kararın ne kadar doğru olduğunu anlamış.

BİRDENBİRE İLHAM GELDİ

Yalnız, bağışçı olmaya nasıl karar verdiğini şöyle anlatıyor: “Benim Türk Eğitim Vakfı’yla tanışmam cenazelere çelenk göndermekle başladı. 20 senedir bunu yaparım. Sonra ablam vasiyet bağışı yaptı, o şekilde aklımda yer etti. Benim çocuğum yok, yeğenlerim var ama benden sonra paylaşmaları çok zor. Her şey heba olacağına bağış yapmaya karar verdim. Arayıp Vakfın avukatıyla görüştüm. Bana prosedür hakkında bilgiler verdi, örnek bir sözleşme gönderdi, benim de imzalayıp geri göndermem lazım ama ben imzalayamadım... O imzayı atınca ölüverecekmişim gibi geldi ve uzun bir süre ihmal ettim. Sonra yine birdenbire bir ilham geldi (gülüyor) birden işi resmiyete döktüm ve bana bir tanıtım kitapçığı verdiler işte o zaman ne kadar doğru bir iş yaptığımı çok daha iyi anladım. Orada bu bağışımla ilgili hiç bilmediğim hizmetler olduğunu öğrendim, mesela elden ayaktan düşersem bana sahip çıkılacağını, bakımımın üstlenilmesi gibi insanın başına gelebilecek her türlü şeyde sizin yanınızda olunacağını, Vakfın sizi koruyor olduğunu öğrendim.

HAKLARINIZ KORUNUYOR

Tabii böyle çok daha rahatladım. Çünkü eş dostla olacak şeyler değil bunlar. Ayakları yere basmaya alışık kendi işini görmeye alışık olan güçlü insanlar profesyonel bir anlaşma yoluna gidiyor. Burada karşılıklı verilen sözler ve haklarınız profesyonel bir sözleşme kapsamında korunuyor. Benim dikkatimi çeken bir konu da ölüm ilanımı vakfın verecek olması.”

BENİ ANMALARI YETER

"Dünya malı dünyada kalıyor ama deseler ki diğer tarafta bir banka şubesi var ben o zaman bir cimrileşirim bir cimrileşirim kimseye vermem paramı... Örneğin babamdan bana kalan çok eski bir mesleki kitap koleksiyonum var, kendi arşivim var, bunların ilgili bir kuruma verilmesi şartını da sözleşmeme koydurdum. Bunların benim bağışım olduğunu birkaç kişi görüp beni ansa bana yeter. Ve bir gün bir genç, “Ben Defne Yalnız Burs Fonu’yla okudum” dese ne mutlu bana."

Defne Yalnız
TEV Bağışçısı

88 yaşındaki İhsan Yavuz Ballık, yeni bir TEV bağışçısı. Yavuz Bey, köklü ve güvenilir bir vakıf aracılığıyla, gençlerin eğitimine katkıda bulunmaktan dolayı mutluluk duyduğunu belirtirken, en büyük sevabın insana hizmet olduğunu söylüyor.

TEV bağışçısı İhsan Yavuz Ballık, 11 Haziran 1928 Kastamonu doğumlu. İlk, orta ve lise eğitimini Kastamonu’da tamamlayan Yavuz Bey, yalnız ilkokul birinci sınıfı Ankara’da okuduğunu söylüyor. O günlerin en güzel anısını da bizlerle paylaşıyor.

TEV GÜVEN VEREN BİR VAKIF

Türk Eğitim Vakfı (TEV)’nın yeni bir bağışçısı olan Yavuz Bey, TEV’i yine bir TEV bağışçısı Mustafa Sıtkı Erkek vasıtasıyla tanıdığını belirtiyor. Yavuz Bey sözlerine şöyle devam ediyor: “Mustafa Sıtkı Erkek, Kastamonu Taşköprü’lüdür. Ben Ankara’da öğrenciyken, Mustafa Bey askeri eczacıydı. O zamandan beri tanırım kendisini. Taşköprü’ye TEV aracılığıyla, güzel bir okul yaptırdı. Daha sonra öğretmen lojmanlarını ve okulun spor salonunu da tamamladı. Rahmetli Mustafa Bey, bizim iyi bir ahbabımızdı ve yaptırdığı okulu birlikte de ziyaret etmiştik. Hatta TEV’in dergisinde de okulun haberi ve Mustafa Bey’in röportajı vardı. Bize onları göstermişti. Onun yaptığı bu hayır işleri çok hoşuma gitmişti. O’nun bu hayırseverliği bize de örnek oldu. Benim köyümde eskiden ilkokul mezunu bile yoktu. Köyde kimin çocuğu üniversite kazanırsa burs vereceğiz dedim. Çok değil ama imkanlarımla bir şeyler vermeye çalıştık. Çocuklar da okudu, öğretmen, doktor, avukat oldular. Bir meslekleri oldu. Bunun bizden sonra da devam etmesini istedim. Bizler, insana hizmeti değerli bulan insanlarız. Bu işi devam ettirmesi için de köklü bir kuruluş aradım çünkü küçük vakıflarla bu işi sürdürmek zor olabiliyor. Ayrıca güven duyacağınız bir yer olmalı ki, siz bu dünyadan göçtüğünüzde bile ilgilenmeye devam etsinler. Ben noterlik görevimi icra ederken Koç Holding’in de yıllarca noterlik işlerini yapmıştım. Sayın Vehbi Koç ve tüm ailesi çok değerli insanlar. Hepsi bir araya gelince, Vakfa ve aileye olan inanç ve güvenle bağışımızı yaptık.”

İhsan Yavuz Ballık
TEV Bağışçısı

Diş Hekimi Müzeyyen Gürbüz de yeni bir TEV bağışçısı. Uzun süredir bağış yapmak için pek çok vakfı araştırdığını belirten Müzeyyen Hanım, mirasçılarının kısa sürede bitireceği bir gelir kaynağını, kurumsal bir yerde değerlendirip, uzun vadede insanlığın yararına kullanılmasının daha doğru olduğunu düşünüyor.

Yeni TEV Bağışçısı Diş Hekimi Müzeyyen Gürbüz, ülkenin aydınlık geleceği için TEV’in canla başla çalışmasının yanında Vakfın bağışçıları ile yakından ilgilenmesi ile kendisi gibi yalnız yaşayan insanları, yaşlanınca “ne olacağım” kaygısından kurtaran güvenilir bir kurum olduğunun altını çiziyor.

Çağdaş, Atatürkçü, kurumsal bir yapı arayışı içindeyken TEV ile karşılaştım.

Uzun süredir de bağış konusunu düşündüğünü, varlığını emanet edebileceği kurumları ayrı ayrı araştırdığını ifade eden Müzeyyen Hanım, TEV ile nasıl bir araya geldiğini ise şöyle anlatıyor: “Ben hastalandığımda, ailemin benim için yapabileceklerinin sınırlı olacağını gördüm. Çünkü hepsi artık kocaman bir aileydi ve hepsinin de kendilerine göre bir düzenleri vardı.

Hastalandığımda, sağlığımla ilgili endişelerim arttıkça, umutsuzluğa da kapıldım. Teşhis sürem de uzun sürünce, umutsuzluk daha da çok içimi kapladı. Bu arayış içindeyken, bir arkadaşımın kardeşi kısa süre TEV’de çalıştığını söyleyerek, bağışçılarından bahsetti. O bağışlarla binlerce lise ve üniversite öğrencisini okuttuklarını söyledi. Vakıf ile ilgili bilgim vardı ama çok sınırlıydı. Çağdaş, Atatürkçü, devrimci, kurumsal bir yapı arayışındaydım ve TEV ile de bu aradıklarım çok örtüşüyordu. Aynı zamanda TEV’in bağışçılarıyla çok iyi ilgilendiklerini öğrendim. Bu ilgi, benim gibi yalnız yaşayan kişileri, yaşlanınca “ne olacağım” kaygısından kurtarıyor.

Müzeyyen Gürbüz
TEV Bağışçısı

Artık Trabzon’daki son günlerimdi. 7 yıldır oturduğum evimi kiraya vermek ya da satma fikrim vardı. Bu kararsızlığı yaşadığım günlerde pazar alışverişimi yapmak üzere arabamla Türk Eğitim Vakfı Trabzon Şube’nin önünden geçiyordum. Aniden bir aydınlanma yaşadım ve evimi TEV’e bağışlama isteği duydum. Zaten ne zamandan beri kafamda öğrenciler için bir bağış yapma fikri vardı ve şunu dedim: Şimdi değilse ne zaman?

Öyle ya 35 yıl boyunca çalışma hayatımı gençlerin eğitimine vakfederek geçirdim, emekliliğimde de onların eğitimine katkım olsun istedim. Bir ülkenin hiçbir zaman bitmeyecek tek ihtiyacı kalifiye insan ihtiyacıdır. Eğitim de kalifiye insan ihtiyacının fabrikasıdır.

TEV Trabzon Şube’ye bağış yapma isteğiyle gittiğim zaman şubenin kurucusu olan Hasan Melek ile görüştüm. Hemen beni genel merkezleri ile görüştürdü. Telefonla görüştüğüm görevli emin olup olmadığımı sordu, daha sonra pişman olmamı istemiyordu. Tamamen emindim, canı gönülden isteyerek vereceğim diyerek onları bağış yapmak istediğime ikna ettim. İşlemler devam ederken Şube Müdürü Elvan Hanım’la görüştük; bu ev sayesinde kim bilir kaç öğrenciye burs verebiliriz diye o kadar sevindi ki, neredeyse gözlerinde yaşlarla sarılıp öptü beni. Bu bağış elbette yetmez ama hepimize bir moral kaynağı olmuştu.

Trabzon Şube’de bu özel bağış vesilesi ile adıma tören düzenlediler ve bir plaket takdim ettiler. Genel başkandan mülkümden elde edilecek gelirin mutlaka öğrencilereburs olarak gideceğine dair teminat veren çok güzel bir teşekkür mektubu sundular.

Merasime bursiyerlerden bazıları da katıldı. Bu pırıl pırıl gençlerin geleceğine küçük de olsa bir katkım olacağını düşünmek çok güzel…Bir de adıma bir burs fonu oluşturdular, isteyen küçük ya da büyük bağış demeden bu fona katkıda bulunabilecek. Bundan böyle bana bir hediye almak isteyen ya da almayı düşünene çağrım şudur: Bundan sonra bana hediye almak isteyen www.tev.org.tr sayfasına girip “Prof. Dr. Ayşenur Ökten Fonu”na istediği kadar bağış yapabilir. Daha güzel bir hediye olur mu?

Ben artık TEV Ailesine emanet olmuşum… İhtiyarladığımda, bakıma muhtaç olduğumda, bakımımı üstlendiler. Mezar yapımı, bakımı, öldüğümde gazeteye verecekleri ilanın metnini bile sordular. Bu yaşta bunları konuşmak biraz garip geliyor olsa da, çok güzel bir düşünce ve insanı çok rahatlatan bir şey, yeni bir aileye daha sahip olmuş gibiyim. Bu ev bana çok uğurlu geldi, içinde çok güzel günler yaşadım, çok mutlu oldum, bu güzel evin, bu güzel çocuklara umut olmasını diliyorum.

Prof. Dr. Ayşenur Ökten
TEV Bağışçısı

Aileden gelen eğitim sevdasıyla TEV bağışçısı olan Ayla Çoşkun Hanımefendi, Türkiye’nin üniversite mezunu ilk kadın kütüphanecilerinden.

“Hayatımdaki bütün noktalar büyük tesadüfler sonucu gelişti,” diyor ve anlatıyor: 1962 yılında İstanbul Üniversitesi’nden Coğrafya Öğretmeni olarak mezun oldum. Vefa Lisesi’nde çalışmaya başladım. Orada bir süre çalıştıktan sonra gördüğüm bir gazete ilanı üzerine İstanbul kütüphanelerinde çalışmak üzere yükseköğrenim mezunlarına açılan dil ve kültür sınavına girdim. Hoş bir tesadüf oldu: Sınavın konusu ‘Akdeniz İklimi’ idi. Tabii rahatlıkla sınavı verdim ve göreve başladım. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne tayinim çıktı ve çeşitli araştırmalara hizmet veren katalog görevlisi olarak yıllarca çalıştım.”

“Arnavutköy’de otururken Türk Eğitim Vakfı Müdürü merhum Sayın Doğan Kasaroğlu’yla komşu olmamız vesilesiyle Türk Eğitim Vakfı ile tanışmış olduk. Ondan bilgi aldım ve kurumu tanıdım.” diyor Ayla Çoşkun.

Bağışçı olmaya karar vermesi ise aslında birdenbire olmamış; yardım etmek ve eğitim aşkı Ayla Hanım’ın genlerinde var: “Benim annem babam da ilkokul öğretmeniydi, Anadolu’da görev yaptılar. Küçük şehirlerde öğretmenler bir araya geldiklerinde ülkenin eğitim meseleleri konuşulur, başarılı, çalışkan; fakat imkânları kısıtlı çocuklara yardım eli uzatmak için el ele verilirdi. Bunlar da hep benim o zamanlardan aklımda kalmış. Aileden, çevreden gelir bizde yardımseverlik. Bartın’da büyüdüm ben, soğuk yerdi. Bir de Fenerbahçeliyiz babamla biz. Annem lacivert üstüne sarı çizgili kazak örmüştü bana. Yıllar sonra bir kış yine kazağımı arıyorum, bulamıyorum. Anneme sordum, ‘Kızım ihtiyacı olan bir çocukcağız vardı, sana yine öreriz.’ dedi. İşte böyle bir ortamda büyüdüm ben. İhtiyacı olanlara yardım etme içgüdüsü bende o zamandan beri vardır.” Diye anlatıyor ve ekliyor: “Bizim ailede bir laf vardır: ‘Ana şalgam, baba turp, çocuklar öyle zehir gibi ki!’ denir. İşte TEV bursiyerleri de öyle! Onları gördükçe hep bu laf gelir aklıma ve ben bu ailenin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum.”

“TEV’in yaptığı işler ve desteklediği öğrencilerin başarısı beni çok etkiliyor. Yardıma muhtaç çok çocuk var, gelecek o çocukların. Onlara yapılan yatırım en ulvi yatırımdır, hiçbir şeyle kıyaslanmaz.” diye anlatıyor.

Ayla Çoşkun
TEV Bağışçısı

Öğrencilerin Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlı olduklarını ve başarılarını gördükçe, TEV ailesinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum.

Cevat Öğretmen ve eşi, eğitime adadıkları hayatlarında yetiştirdikleri filizlerin büyümesini görüp onlarla gurur duyarken biricik kızlarına doyamadan hayata veda etmesinin ardından onun adını yaşatmak ve bir nebze de olsa acılarını hafifletmek için bir burs fonu açmayı kararlaştırmışlar.

Türk Eğitim Vakfı ailesine dahil olduktan sonra da vakfın çalışmalarını yakından takip ederek burs alan gençlerin başarılarını gördükçe kızlarının yerine onları koymuşlar. Bütün toplantılara birlikte katılmışlar, ta ki 2013 yılında geçirdiği bir operasyon sonrası 41 gün yoğun bakımda kalan eşini kaybedene kadar...

“Bu zor günlerimde TEV hep yanımdaydı,” diyor Cevat Öğretmen ve ekliyor: “Özel günlerde, bayramlarda TEV hep bizi hatırlar, yapılan tüm etkinlikler ve burslar hakkında bizi bilgilendirir. Her yıl kaybettiklerimiz adına mevlit okutur. Eşim ve kızım Elazığ’da yatıyor. Mezarlarımızın yıllık bakımları TEV tarafından yaptırılır. En önemlisi de bursiyerlerin tanıtım törenlerinde öğrencilerin Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine ne kadar bağlı olduklarını ve başarılarını gördükçe TEV ailesinin bir ferdi olmaktan gurur duyuyorum. Temennim, daha büyük kitlelere ulaşmak ve gençleri ülkemize kazandırmaktır. Gençlere tavsiyem; TEV’i araştırsınlar, burs için müracaat etsinler, toplantılara katılsınlar emeklerinin boşa gitmeyeceğini görecekler. Herkese sağlıklı, mutlu, barış dolu yıllar dilerim. TEV’e hizmetlerinden dolayı teşekkür ederim. Türk Eğitim Vakfı’nın bizim yanımızda olması acımızı paylaşması çok önemli bir değerdir ve bundan da önemlisi eğitime verdiği değerle bağışlarımızın boşa gitmediğinden hep emin oluyoruz.”

Cevat Köse, öğretmenliğin ona ne ifade ettiğini ise şu sözlerle dile getiriyor: “Son tercihim öğretmenlikti ama inanın bir daha dünyaya gelsem yine öğretmen olurum, bu anlatılmaz bir şey. Kırk yıl öğretmenlik yaptım. Öğretmenlikte çocuğu sevmek gerekir, yoksa bu mesleği yapmanızın imkânı yok. Bir model yetiştiriyorsunuz, ailesine vermediği değeri size verebiliyor çocuk.”

Cevat Köse
TEV Bağışçısı

Aydın ve güçlü bir Türk kadını olarak ülkenin parlak gençlerine destek olmak amacıyla TEV’i seçtiğinde 37 yaşındaymış Dursune Gündüz. Yaptığı bağışıyla TEV ailesine katıldığından bugüne kadar hiçbir toplantıyı kaçırmamış ve her seferinde gurur duymuş, bursiyer gençleri tanımaktan ve başarılarına şahit olmaktan.

Kendi yaşamını şöyle özetliyor: “Dedem din adamıydı, laik bir insandı. Babam ise matbaa teknikeriydi. Beni kız olduğum için geri tutmadı, okumamı hep destekledi. ’80 yılında liseden okul ikincisi olarak mezun oldum. Ancak sağ-sol çatışmasından sokağa çıkamıyorduk, o nedenle İngiltere’ye gittim. Zaten ben gittikten 10 gün sonra ihtilâl oldu. İngiltere’de işletme okudum. Mezun olduktan sonra uzun bir süre yurt dışında çalıştım. Daha sonra Türkiye’ye geldim, uzun yıllar dış ticaret üzerine çalıştım. Birçok ülke gezdim, birçok proje yürüttüm, orta kademe yöneticilik yaptım. Hiçbir zaman bir işe veya ortama ‘kadınım’ diye bir adım geride ya da ileride girmedim. Eşit haklarım var, ben bir insan olarak bu işi yapabilirim dedim.”

TEV ailesine katılmaya karar verişinin öyküsü ise “Babamın, dedemin dişinden tırnağından artırarak edindiği ailemizin varlıkları aile fertleri tarafından çarçur ediliyordu, benim buna yüreğim elvermedi. İnsan onurunun kaldıramayacağı şeyi reddedecek kadar paran olsa yeter, yüce Rabbim diyor ki fazlasını infak et, yani dağıt. Rahmetli babam, sevaba önem veren bir insandı. O zaman bir hayır yapalım ki onun adına, senede bir defa bir Fatiha okunsun ruhuna dedim ve doğruca TEV’e geldim.”

TEV’in kendisine ne ifade ettiğini şöyle anlatıyor: Büyük Atatürk’ün dediği gibi, insanları eğiteceğiz. Elbette onları eğitirken benliğini ezmeden, yok etmeden, ait olduğu toplumla bağını kesmeden… Toplumunu başka memleketlerle mukayese edip daha iyiye götürebilen gençler yetiştirmek... Şimdi bakıyorum burs alan gençlere... Çocuk okumuş ve zaten aileden de güzel huyları almış, iyi ahlak sahibi olmuş. Vakfın da laik sistemi benimsemesi, Atatürkçü düşünce içinde olması son kısmı tamamlıyor.

Ben TEV’in seçtiği çocuklara bakarak bunları söylüyorum, hepsiyle toplantılarda tanışıyorum, konuşuyorum; onlarda bunu gördüm. Bir harç gibi düşünüyorum TEV’i. İnsanı iyi şeylerle eğitirseniz iyi sonuçlar alırsınız.

Dursune Gündüz
TEV Bağışçısı

Eğitimci Sevin Erel, Türk Eğitim Vakfı’nın kendisine ailesinden yadigâr olduğunu anlatıyor.

“Ailemin, büyüklerimin ismini yaşatmak benim vazifem diye düşünüyorum. TEV’e destek olmak da bizim ailede bir gelenektir, dolayısıyla bu söyleşide onlardan bahsetmezsem olmaz. Babam Ege Tıp Fakültesi kurucusu ve ilk rektörü Ordinaryüs Profesör Doktor Muhiddin Erel’dir. Halam Profesör Sara Akdik ise Türkiye’nin ilk kadın botanikçisidir. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Farmakobotanik ve Genetik Kürsüsü Başkanı olarak görev yapmıştır. Onların babaları da Hilâl-i Ahmer’i yeniden kuranlardan ve Himaye-i Eftal’in de ilk kurucularından olan Dr. Mehmed Ali’dir. Annem Alman asıllı viyolonist Emine Erel, İstanbul Belediye Orkestrası’nın ilk kurucularındandır, eniştem ise hattat Kâmil Akdik’in oğlu ressam Şeref Akdik’tir. İşte biz böyle kıymetli insanların içinde büyüdük.”

Sevin Hanım’ın bizi ağırladığı odada bütün bu kişilerin Şeref Akdik tarafından yapılan yağlıboya tabloları duvarları süslemekte. Sevin Hanım, vakfın kurulduğu yıl daha gençken halası Sara Akdik’in babasına verdiği müjde ile tanışmış TEV ile. “Muhiddin, Muhiddin! Vehbi Koç, vakıf kurmuş. Haydi, biz de çevremizdekileri toplayıp hep birlikte bağış yapalım.”

Sevin Hanım, “Tabii olarak vakıfçılık, eğitime ve insanlığa hizmet ailemin genlerinde vardı. O günkü heyecanları beni çok derinden etkilemiştir. Ben de sıra bana gelince annemin koluna girdim ve TEV’e geldim, bağışımı yaptım. O günden beri de her gün gurur duydum sizinle. Yıllardır TEV’in bir elçisi olarak vakfın faaliyetlerini daima çevreme anlattım.” diyor.

Sevin Erel
TEV Bağışçısı