TEV BAĞIŞÇISI – SÜHEYLA ALTMIŞDÖRT
Coşkun Sabah, Ahmet Özhan elinin değdiği binlerce öğrencisinden en meşhur olanları… İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda 49 yıl aralıksız ders veren, 42 yılını da Üniversite Korosu Şefi olarak geçiren Klasik Türk musikisi alanında ‘hocaların hocası’ Süheyla Altmışdört ile buluştuk. Hem eski albümleri karıştırdık hem müzikteki yeni usul ‘fasıl’ları konuştuk. 97 yaşındaki Altmışdört, “Krallık bir İngiltere’de bir de musikide vardır; tek idareci şef, tek anayasa notalardır! Şimdiki fasıllar fasıl değil. Güzel okumak; hissetmek demektir, yorumdur. Musiki çok bağırmak değildir” diyor...
Onu Feriköy’deki iki katlı, müstakil, şirin evinde ziyaret ediyoruz. Yalnız biz değil, her gün çok sayıda ziyaretçisinin geldiğini, dünyanın dört yanından öğrencilerinin telefonlarına cevap vermekle meşgul olduğunu söylüyor. Dile kolay, hocalık yaptığı 49 yıl boyunca binlerce öğrencisi olmuş! Türk klasik musikisi alanında ‘hocaların hocası’ olarak anılan Süheyla Altmışdört ile beraberiz. Hikâyesi 1926 yılında Trabzon’da başlıyor.
SOYADI YENİÇERİ AĞASI’NDAN...
İlk soru; soyadı neden Altmışdört? Bu soruyla çokça karşılaşmış olmanın rahatlığıyla yanıtlıyor: “Osmanlı döneminde malum ‘Yeniçeri Ağa’ları varmış. Benim dedelerimin dedeleri de 64’üncü ocağın ağasıymış. Padişahtan sık sık ‘64. Ocak Ağası’na’ diye fermanlar gelirmiş. Buradan kalma, aile daha Soyadı Fermanı’ndan çok önce Trabzon’da ‘Altmışdörtzadeler’ diye bilinmeye başlamış. Sonra ‘zade’ler kalktı, ‘Altmışdörtoğulları’ oldu. Sonra ‘oğullar’ da kalktı, Altmışdört kaldı (gülüyor).”
İLK ENSTRÜMANI EVDEKİ SÜPÜRGE
Süheyla Hanım, bir ‘Altmışdörtzade’ olarak 1926 yılında tüccar bir baba ile hafız bir annenin beş çocuğundan üçüncüsü olarak Trabzon’da dünyaya geliyor. Çocukluğu Trabzon’da geniş bir bahçe içinde müzik sesleriyle geçiyor. Babası, amcası, halaları… Herkes bir enstrüman çalıyor. Babasının, annesine evlilik hediyesi bile bir ud oluyor. Anne udla pek ilgilenmiyor ama çocuklar, özellikle de Süheyla Hanım’ın ağabeyi küçük yaştan itibaren keman çalmaya başlıyor. Bu sırada babanın işi için Erzurum’a taşınıyorlar. Süheyla Hanım da burada müzik derslerine başlıyor. Müzikle ilk temasını şöyle anlatıyor: “Yengem ud çalarken ona heves edip bir süpürge almış, içinden kopardığım telle ‘dım dım dım’ diye çalmıştım. Ders çalışırken bir yandan radyoda Münir Nurettin Selçuk dinler, defterimin kenarlarına güfteleri not ederdim. Hem kemanı hem udu elime alıp öttürürdüm. Piyanoda da tangolar söylüyordum. Aslında Batı musikisine çok daha fazla meylim vardı ama sonra Türk musikisine döndüm. Bundan da memnunum (gülüyor).”
(SENE 1968)
OKULUN MİNİK KORSAN ÖĞRENCİSİ
Okumaya da meraklı… Henüz yaşı gelmeden ağabey ve ablasına eşlik etmek üzere her gün okula gidiyor. Bir gün derse giren müfettiş, sınıftaki ‘korsan öğrenci’yi yakalıyor; ‘Küçük, kalk tahtaya A yaz’ diyor. Kayıtsız olduğu ortaya çıkınca, okuldan ayrılmama eylemi yapıyor. Henüz altı yaşında. Sonunda öğretmenler aileyi arayıp ‘Nüfus kâğıdını yollayın da kayıtlı olsun’ diyor. Okula kaydı yapılınca müsamerelerin aranılan ismi oluyor. Liseyi Trabzon’da birincilikle bitiriyor. O dönemin üniversite sınavı ‘Olgunluk İmtihanı’nda iyi derece alıyor ama… Süheyla Hanım devam ediyor: “İkinci Cihan Harbi bitmişti ama zor hayat vardı. İstanbul’da yurt olmadığından beni tek başıma yollamak istemediler. Evde devamlı ağlıyorum illâ okuyacağım diye… Kimya mühendisi olmak istiyordum. Mahalledeki ortaokulun müdürünü babam tanıyordu. Durumu anlatınca, o, ‘Tamam ben vekil hoca olarak onu alayım’ dedi. Matematik dersi vermeye başladım. Böylece öğretmenliğe ilk orada başlamış oldum. Sonra Kız Enstitüsü’nde defter tutma dersi verdim.”
RADYODAN SESİNİ DİNLEDİĞİM MÜNİR NURETTİN HOCAM OLDU
Aile 1948’de İstanbul’a taşınıyor. Süheyla Hanım burada meşhur piyano hocası Fulya Akaydın’dan ders almaya başlıyor. O, öğrencisindeki isteği görerek konservatuvara girmesini öneriyor. Süheyla Hanım şöyle devam ediyor: “O zamanlar belediye konservatuvarı vardı. Annemler mani olmuyordu ama ‘Şarkıcı mı olacaksın?’ diye takılıyorlardı. Sonunda sınava girdim ve Türk musikisi bölümünü kazandım. Gönlüm Batı musikisinden yanaydı ama aile ‘Evde bağırma çağırma dinleyemeyiz’ dediler. Ben de klasik Türk musikisine girdim (gülüyor). Küçükken radyoda sesini dinlediğim Münir Nurettin Selçuk hocam oldu. Şefik Gürmeriç de efsane bir hocaydı. Konservatuvar 1941’de kurulmuştu ama sadece nazariyat vardı; ne nota vardı ne başka şey… Şefik Hoca Türk musikisinde muazzam bilgiye sahipti. İlkokul talebesine öğretebilecek seviyedeydi. Bize Türk musikisini Batı musikisiyle karşılaştırarak nazariyat verirdi.”
İYİ NAZARİYAT ANLATIRDIM
Bir zaman sonra Süheyla Hanım da kendini hayranı olduğu hocalarla ders verirken bulmuş: “Henüz öğrenciyken hocalık yaptım. Kapıya bakan Osman Efendi bütün hocaları tanıyordu. Girerken, ‘Süheyla gel, Şefik Hoca telefon etti. Kendi gelemeyecek, derslere sen girecekmişsin’ diye haber verirdi. Öğrenciler de benden memnun kalmış; nazariyat anlatışım hoşlarına gidermiş. Mezuniyetten sonra Şefik Hoca beni konservatuvarda ders vermek için davet etti. Kadro açılana kadar parasız başladığım konservatuvarda emekli olana kadar tam 49 sene hocalık yaptım. Kadro imtihanına Münir Nurettin Selçuk girdi. Münir Hoca çok değişik bir insandı. Musikide en küçük ses kaymasını hemen anlardı. Bana, ‘Müziği beş kişi biliyorsa biri de sensin’ derdi.”
MEŞHUR ÖĞRENCİLERİN KARNESİ
Gelen parlak öğrencilerden birkaçını bugün tüm Türkiye tanıyor; Ahmet Özhan, Coşkun Sabah… Süheyla Hanım, “Meşhur öğrencim çok! Yetiştirdiğim öğrenciler bugün dünyanın dört bir yanından orkestra ve korolarda…” diye anlatıyor: “Coşkun Sabah’ı çok gençken tanıdım. İyi talebeydi. Coşkun şahane güzel ud çalıyordu. Münir Nurettin Bey’e götürünce, onu ‘Biçilmiş kaftan’ diye tanımlayıp hemen icra heyetine almıştı. İmtihanda başkaları da vardı ama diğerleri sadece nota çalıyordu. Coşkun’sa etkili ve yorumlu çalıyordu. Çalışındaki duygu havası başka kimsede yoktu. Halen onun gibisi yok. Arada beni ziyarete gelir, sohbet edip iskambil oynarız.”
(SENE 1973 - En parlak öğrencilerinden Coşkun Sabah ile...)
İSTEMEYE İSTEMEYE GİRDİM 42 YIL KOROYU YÖNETTİM
Süheyla Altmışdört, 1961 senesinde istemeye istemeye girdiği, bugün ‘Üniversite Korosu’ olarak bilinen konservatuvar korosunun tam 42 yıl şefliğini yürüttü. Koro yönetmek zor bir iş midir? Her kafadan çıkan farklı ses nasıl ahenkli hale getirilir? Şöyle anlatıyor: “Fikir ayrılıkları, farkı kimlikler dışarıda bırakılır. İçerideki hâkim müzik olur. Krallık bir İngiltere’de bir de musikide vardır! Tek idareci şef, tek anayasa notalardır. Korist olmak solist olmaktan zordur, çünkü yanındaki insanın sesini geçmeyeceksin. Anonim, hep beraber olabilmek için hep yanındakini dinleyeceksin. Sesini ona göre ayarlayacaksın.”
MİRASI ÖĞRENCİLERE
‘Hocaların hocası’ diyor ki: “Ben hiçbir zaman ‘Sen şunu yaptın’ diye öğrenciyi doğrudan düzeltmez hep genel konuşurum. Örneğin, bir öğrenci karşımda bacak bacak üstüne attıysa ‘İyi nefes için bacak bacak üstüne atmamak lazımdır’ derim. O anlar. Hiç cesaret kırmam. Ömrümü öğretmekle geçirdikten sonra eğitimdeki mirasımı sürdürmek için malvarlığımı Türk Eğitim Vakfı’na (TEV) bağışladım.”
(SENE 1976 - Halk Eğitim Merkezi’nde bir grup öğrencisiyle.)
ÇOK BAĞIRINCA İYİ SÖYLEMEZSİN
Bugünlerde kimleri beğeniyor? İyi ‘Klasik Türk musikisi’ için kimleri dinlemeliyiz? Yanıtı: “Yenilerde kimse yok diye ukalalık etmeyeyim ama ben dinlemiyorum. Söyledikleri şarkıları tanımıyorum. O kadar güzel bestelerimiz var. Şimdi bu güzel besteleri Devlet Koroları okuyor ama radyoda, televizyonda hiç yok. Ben fasılları severim. İlk kez dinleyecek birine basit eser dinleteceksiniz. Türk müziğinde birinci olarak Münir Nurettin Bey vardır. Sonra Sadi Işılay, eskilerden Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Neriman Altındağ… Sonrakilerden o kadar çok yok. Musiki çok bağırmak değildir. Güzel okumak; hissetmek demektir, yorumdur. Eğitimli kişi okuduğu şeyin ne olduğunu, eserin manasını öğrenir ve ona göre nerede ne yapacak bilir. Yorum meselesi sesi ona göre ayarlamaktır. Şimdi bangır bangır bağırıyorlar.”
MUTLU OLMAK İÇİN…
Hocadan bir de 97 yıllık hayat dersi: “Mutlu olmak için herkesi olduğu gibi kabul etmek lâzım. Fikri ne kadar zıt olursa olsun insanlığı olduktan sonra benim için kabul. Hiç münakaşa etmem. İnsan değilse, başımın tacı olsun, istemem.”
Kıymetli Bağışçımız Süheyla Altmışdört ile yaptığımız özel röportajımız Hürriyet gazetesinde 17 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
(1970'ler)